Saturday, November 11, 2006

Türkiye'nin Doğusu

Milliyetçiliğin en önemli söylemi, kendisini bir norm olarak gösterip kendi normunun üzerinde iktidar kuran “unsur”a ezilmişlik edebiyatıyla karşı koymaya çalışmak, ama bunun yanında kendisinin kurduğu iktidarda, “ezdiği” unsuru görmezden gelmek, onu yok saymak ve bastırmaya çalışmaktır.

Bunu en güzel gördüğümüz yer elbette ki Türk milliyetçiliğidir. Türk milliyetçiliği, Türkiye’nin arada kalmışlığını, sıkışmışlığını kullanarak bir yandan Batı karşısındaki ezilmişliğine karşı durmaya çalışır, diğer yandan kendi doğusunu görmezden gelmek, yok saymak suretiyle iktidarını kurduğu topraklarda bir baskı aracı haline gelir.

Şarkiyatçı söylemlerin analizi, bu noktadaki ikili oyunu görebilmek için çok önemli bir araçtır. Türk modernleşmesinin Batı’yla kurduğu sakat ilişki, onu hem bu Şarkiyatçı söylemin nesnesi hem de öznesi durumuna getirmektedir. Türkiye yüzünü Batı’ya dönmüştür: ancak en büyük düşmanlarımız Batılılardır. Onları denize dökmüşüzdür, onlara karşı nice zaferler kazanmışızdır, onların defedilmesiyle kendi bilincimize varmışızdır. Ancak bu bilinç öyle bir yanılsamaya saplanmıştır ki, Türk modernleşmesinin işaret ettiği o hedef, o nihai nokta, Türk milliyetçiliğinin semptomunu meydana getirmektedir. Onlar tarafından ezilmekteyizdir, çünkü onlar iktidarın sahibidir. Bizler ise kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan “ezilenler”izdir. Onlar Şarkiyatçı söylemleriyle bizi köleleştirmeye çabalamaktadırlar; biz ise tam bu noktada üçlü bir iktidar hiyerarşisinin göbeğinde yer alırız.

Türkiye toplumu üçlü hiyerarşinin kurulduğu noktada yer almaktadır. Batı’nın Şarkiyatçı söylemle bizim üzerimizde kurduğu iktidarın aynı biçimini, biz kendi “doğu”muza yöneltiriz. Şark bizim için köleleşmek zorundadır, çünkü onların modernleşmesi bizim çok daha gerimizdedir. Şark, bu noktada, bu üçlü hiyerarşinin en altında yer almaktadır. Biz, onlar için Batı konumuna geliriz; onlar için model oluruz, onların atlaması gereken bir eşik olarak sürekli bir baskı mekanizması haline geliriz.

Türkiye’nin eğer insanlığın “daha adil bir dünya” kurması için bir imkanı varsa, bu tam da burada yatmaktadır. Biz, kurgulanmış bir dünyanın, bir zincirin tam ortasında yer alıyorsak, adaletin olmadığı şu düzenin tasfiyesi için yapılması gereken şey ortadadır: Kendimizi özgürleştirmeliyiz; zincirin içinden çıkıp bu ilişkiler ağını yok etmeliyiz.

Bunun için, milliyetçi söylemden uzak durulmalıdır; zira, milliyetçilik Türkiye’yi bu ilişkiler ağına daha da çok bağlamaktadır, onu bu iktidar mekanizmasının takozu yapmaktadır. Milliyetçilikten uzaklaşıldığı vakit –tabi ki bu Batı’nın anasyonalist liberalizmine dönmek anlamına gelmemelidir-, içinde bulunduğumuz Şarkiyatçı söylemin farkına varacağız ve bunu reddedip yeni bir dünyayı kurmak için devrimci taleplerimizi ortaya koyacağız.

İşte o zaman, Türkiye’nin “Doğu”su diye birşey kalmayacak ve yüzyıllardır süregiden uşaklık belki de daha adaletli bir dünyayı kurmaya yetecek bir cesarete dönüşecek.

22.03.2006 İstanbul

No comments: