Saturday, November 11, 2006

Medyatik Süreçler İçerisinde Bir Kontr-Medya?

(Bu yazı, 2006 yılında petucha.com sitesinde haftalık olarak yazdığım köşemin ilk yazısıydı. Bu yazıyı takip eden bazı yazılar da petucha.com’da yer almışlardır.)

Her şeyden önce bir “başlarken” yazısı gerekliydi. Petucha’daki bu köşe, yani “İçerisi-Dışarısı” ne anlama gelmektedir? Amacı nedir? Tarzı ne olacaktır? Ve hepsinden önemlisi neden var?

İçerisi-dışarısı ayrımı, felsefi bir ayrım olduğu kadar, politik de; tıpkı psikanalitik veya sadece ve sadece gündelik hayata ilişkin olduğu gibi. Yaşadığımız çağ, ki biz buna geçiş halinde olan bir modernite diyoruz, bize hem bu içerisi-dışarısı ayrıştırmasını dayatıyor, hem bizleri bunların içerisine kategorik olarak hapsediyor, hem de kendi sınırları dahilinde seçim hakkı olarak önümüze koyuyor.

O halde, içerisi-dışarısı ayrımı bize modernitenin ta kendisini sunuyor; etrafımızda yaşanan, olan-biten, bilgi haline getirilip paylaşıma sunulan her “nesne” karşısında bu ayrım çerçevesinde pozisyon almaktayızdır.

Peki, içerisi neresidir, dışarısı neresidir? Bunu yanıtlamak kolay olmasa da, şöyle bir tahayyül yardımcı olabilir bizlere: içerisi dediğimiz mekan –özel alana göndermek yaparak- kişinin kendi iç dünyasını, sosyal çevreden yalıtılmış ve onunla ilişkisini asgari düzeye indirmiş bir mekanı işaret etmektedir. Dışarısı ise –kamusal alana göndermek yaparak- bir sosyal çevreyi, başkalarıyla ve –“öteki”lerle- kurulmuş karmaşık ilişkiler yumağının kendisine yer bulduğu mekanı işaret eder. İçerisi ne kadar mahremse, dışarısı o kadar kamunundur. İçerisini bireyin kendi etik düşüncesi yönlendirir, dışarısını ise bireyin üzerinde yer alan bir “kamu”nun “ortak akıl” sayesinde oluşturduğu hukuk kuralları düzenler. Bu ikisi birbirine ne kadar zıt gözükse de, aslında birinin varoluşu, diğerinin varoluşunun teminatıdır. Birbirlerine düşman kardeşler kadar yakındırlar.

Sosyal çevrenin ürettiği “bilgi”ler, tam da bunların, içerisi ve dışarısının sınırları arasında gidip gelir. “İçerideki” birey, bu bilgileri reddeder ve onlara sahip olmaktan kaçınarak kendi “iç dünya”sını koruma altına alır. Mahremiyet bu şekilde muhafaza edilir. “Dışarıdaki” birey ise, bütün bu bilgileri sindirme yoluna başvurur ve kendisini toplumsal yaşamın ürettiği bilgi akışına kaptırarak gittikçe yabancılaşmaya başlar; kendi özünden uzaklaşır ve artık herhangi birisinden farkı kalmaz.

Modernitenin ortaya çıkardığı en önemli ikilem tam da burasıdır; toplumsallıkla bireysellik arasında sıkışmış, can çekişen ve bir türlü “devrimci” bir etikayı oluşturamamış insan, medyanın ya içerisine girer ve kaybolur, ya da o dairenin dışında kalıp silikleşir.

Halbuki devrimci bir etika, modernitenin dayattığı bu yapay bölünmüşlüğü kabul etmez. Bunu reddedip, yerine yeni herhangi bir düzen getirmek için değil, ama mevcut düzenin adaletsizliğine, sömürüsüne ve yabancılaştırıcı öğelerine karşı bir ayaklanmaya girişir. Bu ayaklanma, bir analiz sürecidir; modern kapitalizmin işleyiş biçimini, kodlarının akışlarını çözmeye çalışan ve bunu yaptıkça iktidar odaklarına sürekli yeni darbeler indiren devrimci bir süreçtir.

Medyanın o insanı bakarken körleştiren yapısına karşı körleşmeyi engelleyici bir bilinç-dışı gereklidir bu süreç için. Akışları doğru okumak, onları ters-yüz etmek, yapısöküme uğratıp iktidara karşı bir silah olarak gerisingeri doğrultmaktır.

Bu köşenin “varoluş” amacı budur; her çarşamba günü bu kodlara, bu akışlara, bu medyaya yamuk bakılmaya çalışılacaktır.

İktidar her yerdeyse direniş de her yerdedir, devrim de…

No comments: